paylaş
FaceBook

Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.s.) şöyle demiştir: “...Âhiret gününde ne altın ne de gümüş para vardır. Bu nedenle haksızlık yapanın iyilik ve sevapları varsa bunlardan alınıp hak sahibine verilir. Şayet sevabı yoksa o kişi, mağdur ettiği kişinin günahlarını yüklenir.” (Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 2.)

Peygamber Efendimizin Safa Tepesi’ne çıkıp “Haberiniz olsun ki ben, şiddetli bir azap öncesinde sizin için gönderilmiş bir uyarıcıyım.” (Müslim, Îmân, 355.) dediği zamandan itibaren bir ömür boyu insanları hakkında uyardığı bir gün vardır: âhiret günü. Geleceği hakkında asla şüphe olmayan bu günün varlığına inanmak mümin olabilmenin vazgeçilmez bir kaidesidir. Bütün insanların kabirlerinden çıkacağı “yevmü’l-hurûc” (Kâf, 50/42.), yeniden dirilişin yaşanacağı “yevmü’l-ba’s” (Rûm, 30/56.), bazı insanların yaya bazı insanların binekli bazılarının ise yüz üstü sürünerek toplanıp bir araya geleceği (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 17.) “yevmü’l-cem” yani toplanma günüdür o gün. (Şûrâ, 42/7.) Yevmü’t-teğâbün (Teğâbün, 64/9.) diye ifade edilen aldanışın ortaya çıkacağı gündür. “Bir yığın kemik, bir yığın toz olduğumuz zaman mı yeniden diriltilecekmişiz? (İsrâ, 17/49.) diyerek Rasûlüllah’ı ciddiye almayanların ve bu günün geleceğine inandığı halde pervasızca yaşayan insanların aldandıklarını anlayacakları gündür. İşte o gün herkesin dünya hayatında kazandıklarıyla yüzleşeceği, Rabbine ince ince hesap vereceği “yevmü’lhisâb”, hesap günüdür. (Sâd, 38/53.) O gün, suçluların, “Bu nasıl bir kitap! Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın (yaptıkla

rımızın) hepsini sayıp dökmüş!’ (Kehf, 18/49.) sözleriyle dehşete kapıldıkları amel defterleri ortaya konur ve artık onların dilleri değil elleri konuşur, ayakları da şahitlik eder tüm yaptıklarına. (Yâsîn, 36/65.) Artık geri dönüp iyilik yapmak için yalvarmaları beyhudedir. Adalet terazilerinin kurulacağı o gün zerre kadar iyilik yapan da zerre kadar kötülük yapan da yaptığının karşılığını görecek (Zilzâl, 99/7-8.) ve hiç kimseye haksızlık yapılmayacaktır. Dünya hayatında haksızlığa uğramış olan kimseler de işte bu adil hesaplaşmada haklarını tastamam alacaklardır. Böylece kişi kendisiyle ve Rabbiyle yüzleşmekle kalmayacak, diğer insanlarla da hesaplaşarak sorgusunu tamamlayacaktır. Malın mülkün hükümsüz kaldığı, aile akraba ve dostun fayda sağlamadığı ahiret gününde kişinin tek sermayesi dünyada işlediği iyilik ve güzellikler, salih ameller olacaktır. Dolayısıyla insanlar arasındaki davaların görülmesi, hakların ödenmesi de bu sermayeyle mümkündür. Peygamber Efendimiz, hadis-i şeriflerinde meseleyi şöyle açıklamaktadır: “Âhiret gününde ne altın ne de gümüş para vardır. Bu nedenle haksızlık yapanın iyilik ve sevapları varsa bunlardan alınıp hak sahibine verilir. Şayet sevabı yoksa o kişi, mağdur ettiği kişinin günahlarını yüklenir.” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 2.)

İnsan olarak en büyük yanılgımız insanlarla olan hukukumuzu yeteri kadar önemsemeyerek ahiret sermayemizi yalnızca Allah’a karşı yükümlülüklerden ibaret sanmamızdır. Elbetteki ilk ve öncelikli görevimiz O’na inanmak, ibadet ve taatimizi eksiksiz bir şekilde yerine getirmektir. Ancak bunların yanı sıra Rabbimiz bizden, birbirine sevgi ve muhabbet duygularıyla yaklaşan, iyiliği tavsiye edip kötülükten nehyeden, kırgınlık ve dargınlıklara asla fırsat vermeyen “Allah’ın kardeş olan kulları” olmamızı (Müslim, Birr, 32.) ve böylece örnek bir toplum oluşturmamızı istemektedir. Bu nedenledir ki Yüce Kitabında sosyal hayatın düzenlenmesi ve beşeri münasebetlerin geliştirilmesi

ne dair pek çok hükme yer vermiş, hukukun gözetilmesi ve adaletin hâkim kılınması gerektiğinin altını ısrarla çizmiştir. Peygamberimiz (s.a.s.), “Ey insanlar! Bu (zilhicce) ayınızda, bu (Mekke) şehrinizde bu (arefe) gününüz nasıl saygın ise kanlarınız, mallarınız ve ırzlarınız (şeref ve haysiyetiniz) da aynı şekilde saygındır (dokunulmazdır)...” (Müslim, Hac, 147.) hadisiyle insanların dokunulmaz haklarını en genel anlamda beyan ederken ayet ve hadislerde anne babanın, çocukların, yakın ve uzak akrabanın, komşuların ve toplumda bulunan her bir bireyin birbirleri üzerindeki hakları ayrıntılı olarak ifade edilmiştir. Bu doğrultuda kalp kırmadan adam öldürmeye, iftiradan gasp ve hırsızlığa kadar insan haklarının her türlü şekilde ihlali kul hakkına girmek olarak değerlendirilmiş ve suç kabul edilmiştir. Rahmeti gazabını geçmiş olan Rabbimiz, kullarına karşı işlenen bu suçları kendi affı kapsamında tutmamış, kul haklarının asıl sahiplerine ödenmesini uygun görmüştür. Sözgelimi cihad ederken şehit olan kimsenin günahları Allah tarafından bağışlansa da borcunun affolunmayacağı bildirilmiştir. (Müslim, İmâre, 120; Nesâî, Cihâd, 32.) Zira borç, kul hakkı kapsamındadır ve asıl muhatabıyla helalleşmeden bu yükümlülükten kurtulmak mümkün değildir. Her hak sahibine hakkını vermenin esas olduğu dinimizde ihlal edilen her bir hakkın gerek bu dünyada gerekse ahirette telafisi gerekmektedir. Nitekim ahireti anlamlı kılan en önemli şeylerden biri, bu dünyada ödenmeyen hakların orada ödenecek olması ve böylece İlahî adaletin tam anlamıyla gerçekleşecek olmasıdır. “Kim kardeşine haksızlık etmişse, onunla helâlleşsin…” (Buhârî, Rikâk, 48.) diyen Hz. Peygamber, ihlal edilen hakların dünyada telafi edilmesini tavsiye etmektedir. Zira ahirette telafisi durumunda yegâne sermayemiz olan salih amellerimiz bizi güzel bir sona eriştirmeden tükenebilir. Bu duruma düşen kimseyi “müflis” diye adlandıran Allah Rasûlü, onun ahiretteki halini şöyle tasvir etmiştir: “Müflis, kıyamet gününde

kıldığı namaz, tuttuğu oruç ve verdiği zekâtla gelir. Ancak dünyada iken şuna sövmüş, buna iftira atmış, ötekinin malını yemiş, berikinin kanını dökmüş, bir başkasını da dövmüştür. (İhlâl ettiği bu hakların karşılığı olarak) iyiliklerinden alınıp hak sahiplerine verilir. Şayet hesabı görülmeden iyilikleri biterse, mağdur ettiği insanların günahlarından alınarak bunun üzerine yüklenir, sonra da cehenneme atılır.” (Müslim, Birr, 59.) “Ey huzur içinde olan nefis! Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön! Artık (iyi) kullarımın arasına, cennetime gir.” (Fecr, 89/27-30.) hitabını beklerken beka yurdunda “müflis” konumuna düşmemek için hem Allah’a hem insanlara hem de tüm kâinata karşı görev ve sorumluluklarımızı eş zamanlı olarak yerine getirme gayretinde olmalı ve Allah Rasûlü’nün, “Allah’ın huzuruna, hiç kimseye haksızlık yapmadan çıkayı umuyorum.” (Ebû Dâvûd, Büyû’ (İcâre), 49.) dediği gibi biz de huzuru İlahiye üzerimizde kul hakkı olmadan çıkabilmek için dua etmeliyiz.

Peygamber’in Yetimleri