paylaş
FaceBook

Yazan  Dr. Abdülkadir ERKUT | DİB Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

“Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyeceklerdir de.” (Yunus, 10/62.)

Kur’an, inkârcıların tevhit, nübüvvet, ahiret hayatı, gibi temel konulardaki şüphelerine cevaplar verdikten, itirazlarının yersizliğini dile getirdikten sonra sözü, Allah’ın her şeyi kuşatan bilgisine getirmektedir. (Yunus, 10/61.) Yüce Allah’ın her şeyi bilmesi, insanların bütün yaptıklarından haberdar olması, itaatkâr kulları için büyük bir sevinç, isyankâr kulları içinse büyük bir tehdittir. Allah Teala bu şekilde kendilerine moral verdiği,  kalplerini pekiştirdiği itaatkâr kullarını şöyle tarif etmektedir:

“Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyeceklerdir de. Onlar, iman edip de takvaya ermiş olanlardır.”  (Yunus, 10/62-63.)

Veli kelimesinin kökünde “yakınlık” anlamı vardır. Bir şeyin velisi, ona yakın olandır. Allah’a mekân açısından yakın olmak muhaldir.  Ancak kişiyi Allah’a yakın kılan bazı özellikler vardır ki; bu özelliklere sahip olduğunda mecazi anlamda o kişi Allah’a yakın, yani O’na dost olur. Allah’a olan yakınlık iki boyutludur; kul Allah’a veli olduğunda Allah da kuluna veli olur.  Kur’an’da “Allah iman edenlerin velisidir.” (Bakara, 2/257.) buyrulmuştur. Allah’ın “Veli” ismi, “Müminlere yardım eden, onları koruyan, gözeten, onların yakını ve dostu.” anlamına gelmektedir.

İnsan, akıllı bir varlık olması hasebiyle, gelecek ve geçmiş ile her daim alakadardır. Gelecek korkusu ve geçmişin üzüntüsü onu meşgul eder; belki hayatını zindana da çevirebilir.  Allah’a dost olan ve Allah’ın dostluğuna eren bahtiyar kulların huzurunu, geleceğin korkusu ve geçmişin üzüntüsü kaçıramaz. Onları, gerek ölüm anında gerekse ölümden sonraki ahiret hayatında karşılaşacakları olaylar korkutmaz. Çünkü yapmaları gereken görevleri yerine getirmekte, Allah’ın yasakladığı günahlardan uzak durmaktadırlar. Bu yüzden Allah kalplerine gelecekle ilgili güven duygusu verir.  Bu, sadece ahiret için değil dünyadaki gelecekleri için de geçerlidir; hayatlarını karşılaşabilecekleri olumsuzluklardan endişe duyarak geçirmezler. Onlara, başlarından geçmiş olaylar da üzüntü vermez. Bazı durumlarda üzülseler bile bu üzüntü, sabırla geçen bir üzüntüdür; daimi bir üzüntü değildir. Bu, Hz. Peygamber’in vefat eden oğlu İbrahim için “Göz yaşarır, kalp hüzünlenir. Fakat biz Rabbimizin razı olduğu şeyden başkasını söylemeyiz. Ey İbrahim, biz senin ölümünden dolayı gerçekten üzgünüz!” (Ebu Davud, Cenaiz, 23, 24.) demesi gibidir. Geçmişte istedikleri bazı şeyleri elde edememiş olsalar da onların velisi olan Allah’ın, kaybettiklerinin karşılığını onlara dünyada veya ahirette vereceğinin bilincindedirler. Ölümden sonra yakınlarını geride bırakmış olmalarından da üzüntü duymazlar. Her şeyin Allah’ın kaza ve kudreti ile gerçekleştiğini bilmektedirler. O’nun takdirine teslim olduklarından, gam ve kederden uzaktırlar;  kalben rahat ve mesrur, bedenen canlı ve aktiftirler. Kalpleri Allah’ın zikri ile mamur olmuş, huzura kavuşmuştur. “Bilesiniz ki gönüller ancak Allah’ı zikrederek huzura kavuşur.” (Rad, 13/28.) ayetinin delalet ettiği üzere, huzurun hâkim olduğu kalpte üzüntünün yer tutması söz konusu değildir.

İster istemez akla, bu anılan insanların kimler olduğu, onların hangi özelliklerinden dolayı bu taltife mazhar oldukları sorusu gelmektedir. Bu sorunun cevabı iki kavramdan ibarettir: İman ve takva. Onlar hem iman hem de takva özelliğine sahip olan, bu ikisini bir araya getirebilenlerdir.  Allah’ı, rasulünü ve onun Allah’tan getirdiği hakikatleri tasdik ederler. Allah’ın emirlerini yerine getirir, yasaklarından uzak dururlar. Gazabından korkar, azabından sakınırlar. Takva onların karakterlerinin bir parçası hâline gelmiş, süreklilik arz eden bir özellikleri olmuştur. “Eğer mümin iseniz Allah’a karşı takva sahibi olunuz.” ayeti, (Mâide, 5/88.) takva ile iman arasındaki ilişkiyi ifade etmektedir.

Allah dostlarının özellikleri ile ilgili diğer bilgiler, bu iki temel özelliğin açılımından ibarettir. Bu özelliklerin en başında, onların birbirini Allah için seven insanlar olmaları gelmektedir. Hz. Peygamber, bir hadis-i şerifinde bu hususu şöyle ifade etmektedir:

“Şüphesiz Allah’ın kullarından bazı insanlar vardır ki, onlar ne peygamber ne de şehittirler. Fakat kıyamet gününde, Allah katındaki makamlarından dolayı nebiler ve şehitler onlara gıpta edecekler.” Sahabeler: “Ey Allah’ın Rasulü, bize haber ver, onlar kimlerdir?” deyince Allah Rasulü;  “Onlar öyle bir topluluk ki, aralarında bir akrabalık, alıp verecekleri mal mülk olmaksızın Allah için birbirlerini severler. Hem, vallahi şüphesiz onların yüzleri pırıl pırıl nurdur. Şüphesiz onlar nur üzerindedirler. İnsanlar korktuğu zaman onlar korkmazlar, insanlar hüzünlendiği zaman onlar hüzünlenmezler.” buyurdu ve şu ayeti okudu: “Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyeceklerdir de.” (Ebu Davud, İcare 76.)

Allah dostlarının bir diğer özelliği, bazı rivayetlerde “Görüldüklerinde Allah hatırlanan kişiler.” olarak ifade edilmiştir. (Taberi, Tefsir, XV, 119.) İbadet onların sadece içlerini değil dışlarını da aydınlatmış, bu aydınlık yüzlerine aksetmiştir. (Fetih, 48/29.) Yüzlerindeki huzur ve huşu muhatapları tarafından da hissedilir; muhataplarının da aynı duyguları hissetmesine vesile olur. Allah dostları kadere razı olan, belaya sabreden, nimetlere şükreden insanlardır. Onlar her daim Hakk’a muvafık olarak davranırlar. Allah’ın dostluğunu kazanmış, onun tarafından değer görmeyi hak etmiş insanlardır. (Maverdi, en-Nüketü ve’l-Uyun, II, 440.)

Söz konusu itaatkâr kullar bu özelliklere sahip olarak Allah’ı dost edinince, Allah da onları kendine dost edinmekte ve bu yakınlığın sonucu sonraki ayette ifadesini şöyle bulmaktadır.

“Dünya hayatında da ahirette de onlara müjde vardır. Allah’ın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu, büyük kurtuluşun kendisidir.” (Yunus, 10/64.)

Müjde, “insanın yüzünü güldürecek sevinçli haber” anlamına geldiğinden bu şekilde değerlendirilecek her şey ayetin kapsamına girmektedir. (Razi, Tefsir, XVII, 278.)  Allah dostlarına, Kur’an’da ve Hz. Peygamber’in hadislerinde birçok ahiret nimeti müjdelenmektedir. Allah, onlara güzel amelleri ve ahlakı kolaylaştırmakta, kötü ahlaktan uzaklaştırmakta, dualarını kabul buyurmaktadır.  İnsanlar arkalarından onları hayırla yâd etmektedir. Melekler ruhlarını alırken onlara cenneti müjdelemekte, (Fussılet, 41/30.) kıyamet günü onları selamla karşılayıp cennete buyur etmektedir. (Rad, 13/23; Zümer, 39/73.) Kıyamet gününde yüzlerinin ak olması (Âl-i İmran, 3/107.), kitaplarının sağ taraftan verilmesi (İnşikak, 84/7-9.) gibi orada karşılaşacakları sevinçli hâllerin hepsi, müjdenin kapsamına dâhildir.

O hâlde Rabb'imizin müjdesine nail olmaktır asıl zafer, yoksa inkârcılar gibi Allah’ı unutma pahasına dünyalık güç ve refah elde etmek değil. Zira peşinden dünyada zillet, ahirette azap geliyorsa o zaferi, zafer olarak adlandırmaya değmez. (Âl-i İmran, 3/197.)

Yunus suresinin 61-64. ayetlerinden anlaşıldığına göre:

1- “Allah dostları” ifadesi,  her Müslüman’ın önüne konmuş bir idealin ifadesidir. Bu sıfat belli bir sınıfa, çevreye, ırka veya kültüre hasredilemez. 

2- Allah dostları için peygamberlerin sahip olduğu ismet sıfatı söz konusu değildir. Nihai olarak kimin dostu olup olmadığının kararı da Allah’a aittir. Allah dostu olduğuna dair hüsnüzanda bulunulan kimse, hatadan korunmuş kabul edilemez.

3- “Allah dostları” ifadesinin Allah’a yönelik boyutu yanında müminlere yönelik boyutu da vardır. Hz. Peygamberin onları, birbirini karşılıksız seven insanlar olarak nitelemesi, bunu ifade etmektedir. Sevgi duygusu müminlere karşı sorumluluğunun idrakinde olmayı gerektirmektedir. Bu dostluğun hukuku yerine getirilmediği takdirde İslam’ın zaafa düşüp küfrün güçleneceğinde ve yeryüzünde büyük fitne ve fesadın kaçınılmaz olacağında şüphe yoktur.  (Enfal, 8/73.)

İlk İnsan İlk Tövbe