Ebû Hüreyre (r.a.)’nin Hz. Peygamber (s.a.s.)’e ait olduğunu belirterek naklettiği bir hadiste şöyle buyrulmuştur: “Ancak üç mescide (ibadet maksadı ile) gitmek üzere yolculuğa çıkılabilir: Benim şu mescidim (Mescid-i Nebevî), Mescid-i Harâm ve Mescid-i Aksâ.” (Müslim, Hac, 511.)
Kulun Rabbiyle buluşmasının en güzel vesilesidir namaz. Ve bu buluşma esnasında kulun Rabbine en yakın olduğu an secde ânıdır. (Müslim, Salât, 215.)
Namazın her bir rüknü ayrı ayrı anlam ifade etmekle birlikte kulluğu, Allah’a itaati, teslimiyeti ve acizliği en güzel ifade eden rükün secdelerimizdir. Bu özel buluşma ânına mekan kılınan “mescit” de ismini secdeden alır. İslam’ın en önemli sembollerinden olan mescitler, tarih boyunca Müslümanların gerek ibadet gerekse sosyal hayatlarında önemli rol üstlenmiştir. Medine’ye hicretin ardından ilk iş olarak mescit yapımıyla ilgilenen Hz. Peygamber, mescitlerin Allah katında en makbul mekanlar (Müslim, Mesâcid, 288.) ve Allah’ın evleri olduğunu belirtir. (Müslim, Mesâcid, 282.)
“Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder.” (Tevbe, 9/18.) ayeti gereği mescitlerin hem maddi anlamda imarına yani inşaı ve bakımına, hem de manevi anlamda imarına yani mescide sürekli gidilmesine önem verir ve teşvik eder. Alınların secdeye değdiği, inananlara birlik ve beraberlik şuuru kazandıran mescitlerin her biri çok değerli olmakla birlikte Allah Rasûlü şu üç mescit hususunda Müslümanların daha bilinçli davranması gerektiğine dikkat çeker:
“Ancak üç mescide (ibadet maksadı ile) gitmek üzere yolculuğa çıkılabilir: Benim şu mescidim (Mescid-i Nebevî), Mescid-i Harâm ve Mescid-i Aksâ.” (Müslim, Hac, 511.)
Yapımı esnasında temeline ilk taşı bizzat Hz. Peygamber tarafından konulan Mescid-i Nebevî, Yesrib’i Medine’ye dönüştüren, medeniyetle buluşturan özel bir mekandır. Daha ilk günden takva üzerine kurulan bu mescit, (Tevbe, 9/108.)
Medine’nin kalbinde bir ilim ve irfan merkezi olarak Müslümanlara hizmet etmiştir. Rasûlüllah kendi mescidinde kılınan namazın, Mescid-i Harâm dışında herhangi bir mescitte kılınan bin namazdan daha hayırlı olduğunu bildirir. (Tirmizî, Salât, 126.)
Bu yüzdendir ki “cennet bahçelerinden bir bahçe” diye nitelediği eviyle minberi arasındaki alanda (Muvatta’, Kıble, 5.) namaz kılabilmek için inananlar adeta birbirleriyle yarışırlar. Bununla birlikte Mescid-i Nebevî’ye yapılan yolculuk Hz. Peygamber’i göremeyen sonraki nesillerin onun mübarek kabrini ziyaret ederek teselli bulmalarına da vesiledir. Yeryüzünde bilinen en eski mescit (Âl-i İmrân, 3/96.) Müslümanların kıblesi Mescid-i Harâm müminler tarafından giderek artan bir ilgiyle asırlardır ziyaret edilen en faziletli mescittir. Yoluna gücü yetenlerin onu ziyaret ederek hac ibadetini ifa etmesi, Yüce Allah’ın kulları üzerindeki hakkıdır. (Bakara, 2/203.) Onu ziyareti engellemek ise büyük günahtır. (Bakara, 2/217.)
Allah Teâlâ’nın emniyetli ve saygın bir mekan kıldığı Mescid-i Harâm’ı ziyaret geleneği, oğlu İsmail (a.s.) ile birlikte Kâbe’yi inşa eden Hz. İbrahim’den (a.s.) sonraki nesillere kalan en güzel mirastır. Asırlardır Müslümanlar gece gündüz demeden günün her saatinde Mescid-i Harâm’ın feyzinden istifade etmeye ve Allah’a layık daha iyi bir kul olmaya gayret gösterirler. Dünyanın her yerinden hac ibadeti için gelen farklı ırk, dil ve renkteki müminler Mescid-i Harâm’da birlikte Allah’a kulluk etmenin mutluluğunu ve heyecanını yaşarlar.
Allah Rasûlü’nün ziyaret edilmesini teşvik ettiği son mescit Mescid-i Aksâ, mukaddes ev Beytülmakdis’tir. Hz. Süleyman’dan yadigâr kalan bu kutsal mescit Müslümanların ilk kıblesidir. Hz. Peygamber miraca çıkmadan önce geceleyin Mescid-i Harâm’dan çevresi mübarek kılınan Mescid-i Aksâ’ya getirilmişti. (İsrâ, 17/1.) Orada Hz. İbrahim, Hz. Musa ve Hz. İsa’nın da aralarında bulunduğu önceki peygamberlere namaz kıldırmıştı. (Müslim, Îmân, 259.)
Önceki ümmetlerin kıblesi olarak geçmişten emanet alınan ve İslam kültüründe çok daha değerli bir konuma yükselen Mescid-i Aksâ bugün yalnız bırakılmıştır. Hz. Ömer, Selahaddin Eyyûbî ve Osmanlılar zamanında huzurla ibadet edilen, ecdadımızın hacca ve umreye giderken uğramayı ihmal etmedikleri bu mukaddes emanete sahip çıkılamamış, hak ettiği değerden uzak kalmıştır. Bir zamanlar içerisinde eda edilen namazların huşûuyla dökülen gözyaşları artık zulüm, baskı ve çaresizlikten duyulan acı ve üzüntü nedeniyle dökülmektedir.
Mescid-i Nebevî, Mescid-i Harâm ve Mescid-i Aksâ, her biri peygamberler tarafından inşa edilen ve bize miras kalan çok kıymetli üç emanettir. İslam’ın en kutsal mescitleri olan bu özel mekanların ayrıcalığının farkında olmak ve onları hem maddi hem de manevi bakımdan mamur kılmak ve ayakta tutmak Müslümanlar olarak hepimizin sorumluluğundadır. Allah’ın mescitlerinde cemaatle kılınan namazların evde tek başına kılınan namazlardan sevap açısından üstünlüğüne (Buhârî, Ezân, 30; Müslim, Mesâcid, 249.) dikkat çeken Sevgili Peygamberimiz, Mescid-i Nebevî, Mescid-i Harâm ve Mescid-i Aksâ’da kılınan namazların da evde ya da diğer mescitlerde kılınan namazlardan daha faziletli olduğunu zikretmiştir. (İbn Mâce, İkâmetü’sSalavât, 198.) Onun teşviki doğrultusunda her Müslümanın imkân elde ettiği takdirde bu üç güzide mescidi ziyaret edip ibadetlerinin sevabına nail olabilmesi duamızdır