paylaş
FaceBook


Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Allah Rasûlü (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Lezzetleri yok edeni (yani ölümü) çok hatırlayın.” (Tirmizî, Zühd, 4.)

Hayat hızla akmaya devam ediyor. Herkesin günlük telâşeleri, gelecekle ilgili planları, beklentileri var. Sürekli bir koşuşturmaca halindeyiz. Zaman acımasız, zamanın nasıl geçtiğini anlamak ise imkânsız. Geçen her saniye, her dakika bizi biraz daha yaşlandırıyor, ömrümüzden çalıyor. Her an ona bir adım daha yaklaşıyoruz fakat unutuyoruz. Belki de nefes aldığımız her defa aklımıza getirmemiz gerekir onu. Saatler sonra uykudan uyandığımızda düşünmeliyiz belki bir an. Ya hiç beklemediğimiz anda kesilirse nefesimiz? Uyumak üzere kapattığımız gözlerimizi bir daha hiç açamazsak? Hayatımızdaki en kıymetli varlığı; annemizi, babamızı, eşimizi, gözümüzden sakındığımız evladımızı ya da en iyi dostumuzu hiç beklemediğimiz bir anda kaybedersek? Ne kendimize ne de sevdiğimiz insanlara onu yakıştıramıyoruz bir türlü. Onun adı anıldığında çoğumuzun tüyleri diken diken oluyor, bakışlarımız donuklaşıyor, rengimiz soluyor. Ölümün her an kapımızı çalacağını aklımızdan bile geçirmiyoruz. Bugün çoğumuzun unuttuğu gibi belki de, ashabdan bazıları bir gün Rasûlüllah’ın mescidinde oturmuş gülüşüyorlardı. O esnada Hz. Peygamber içeri girdi. Gülüşmelerini görünce

şöyle nasihatte bulunma ihtiyacı hissetti: “Aslında sizler ölümü çok sık hatırlamış olsaydınız şu gördüğüm vaziyette olmazdınız. Öyleyse lezzetleri yok edeni (yani ölümü) çok hatırlayın.” (Tirmizî, Sıfâtü’l-Kıyâme, 26; Zühd, 4)

Allah Rasûlü’nün hatırlattığı üzere ölüm ağız tadını kaçıran bir gerçektir. Hatta insanın dünyadaki serüvenine dikkatle baktığımızda bu hayatta tek hakikat varsa o da ölümdür. Dünyaya gelen her canlı muhakkak ölümü tadacaktır. (Âl-i İmrân, 3/185; Enbiyâ, 21/35.) İnsan nerede olursa olsun, ne kadar kaçarsa kaçsın, ne kadar çare ararsa arasın nafile… Ölüm herkese ulaşacaktır. (Nisâ, 4/78; Cum’a, 62/8; Kıyâme, 75/26-30.) Bununla birlikte maddiyatın hükmü altına girdiğimiz günümüzde geleceğe dair bitmek bilmeyen emellerimiz uğrunda çabalarken ölümü aklımızın ucundan dahi geçirmiyor, yaratılış amacımızı unutuyoruz. Hatta öylesine bir gaflet içindeyiz ki her gün haber bültenlerinde karşılaştığımız ölüm olaylarını bile sıradan karşılıyor, aldırış etmiyoruz. Açlık, hastalık, kaza ve savaşlar nedeniyle nice insanlar hayatını kaybediyor. Çocuk-yetişkin, kadın-erkek, hasta-sağlıklı, güçlü-zayıf demeden ölüm herkesi buluyor. Zamanı asla bilinmeyen, kim olursa olsun herkes için kaçınılmaz bir gerçek olan ölümden ürküyoruz ve onu unutmak istiyoruz. Kimimiz korkudan, kimimiz dünyanın aldatıcı nimetlerine kapılıp gittiğinden, kimimiz de onu bir yok oluş saydığından… Yüce Allah hayatı da ölümü de dünyada kimin daha güzel ameller işleyeceğini sınamak için takdir etmiş (Mülk, 67/2.) ve kullarını ölüm gelinceye dek kendine ibadetle sorumlu tutmuştur. (Hicr, 15/99.) Dolayısıyla insanın dünyaya geliş amacını unutmaması, hayatını istikamet üzere devam ettirerek âhiretini kazanabilmesi için ölümü hatırından çıkarmaması gerekir. Hz. Peygamber dünyada bir garip ya da bir yolcu gibi olunmasını tavsiye etmiş, (Buhârî, Rikâk, 3.) ölüm ansızın gelmeden iyi işler yapmak için acele edilmesini istemiştir. (Tirmizî, Zühd, 3.) Âhireti hatırlatması hasebiyle kabirlerin ziyaret edilmesine izin

vermiştir. (Tirmizî, Cenâiz, 60.) Müminlerin en akıllısının ölümü en çok hatırlayanlar ve ölümden sonrası için en güzel şekilde hazırlananlar olduğunu belirtmiş, (İbn Mâce, Zühd, 31.) gaflete dalan, gülüp oynayan, kabirleri ve toprak altında çürümeyi unutan, azıp haddi aşan, nereden geldiğini ve nereye gittiğini unutan kimsenin ise ne kadar bedbaht bir kul olduğuna dikkat çekmiştir. (Tirmizî, Sıfâtü’l-kıyâme, 17.) Osmanlılar zamanında ecdadımız da Peygamberimizin ölümü hatırda tutmakla ilgili hadislerini göz önünde bulundurmuş olmalılar ki, mezarlıklar için şehrin en güzel yerlerini, herkesin gelip geçtiği, kolayca görebileceği alanları tercih etmişlerdir. Böylece ölümün korkulacak bir şey olmayıp aksine hayatla iç içe ve hayatı anlamlandıran yönünü ön plana çıkarmak istemişlerdir. Zira ölüm bir yok oluş değil, bizi bizden daha çok seven ve gözeten Rabbimize kavuşmanın ilk adımıdır. İmtihan dünyasının sonu olmakla birlikte âhiretteki sonsuz hayatımızın başlangıcıdır. Bize nereden gelip nereye gittiğimizi hatırlatan en güzel nasihatçıdır. Dünyaya gelen her insan kendisine takdir edilen ömrü yaşayacak ve sonunda mutlaka ölecektir. Bu süre zarfında önemli olan, istikametimizi şaşırmadan Allah’a layık bir kul olabilmektir. Bunu başarabildiğimiz takdirde ölümden korkmamızı ve ölüm düşüncesini ötelememizi gerektirecek hiçbir sebep kalmaz. Artık ölümün anlamını kavramışız demektir. Biliriz ki Rabbimiz bizden hoşnut biz de Rabbimizden hoşnut bir şekilde O’na döneceğiz. Fakat dünyanın aldatıcılığına kapılıp geçici zevkler peşinde bir ömür tüketirsek ölümle yüzleşmekten korkar, hatta onu hatırlamak bile istemeyiz. Bu durumda ise ölümün anlamını yitirmiş ve Rabbimizin huzuruna hazırlıksız bir şekilde çıkacağız demektir. Dünyada ve âhirette hüsrana uğrayanlardan olmamak için ölümü her zaman hatırımızda tutmalı, ölümden sonrası için en güzel şekilde hazırlanmalı ve Yüce Allah’tan hayatın da ölümün de hayırlısını niyaz etmeliyiz