Yazan Dr. Abdülkadir ERKUT | DİB Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı
“...Hakikaten onlar, Rablerine inanmış gençlerdi...” (Kehf, 18/13.)
Vaktiyle bir grup genç, mensubu oldukları toplumun dini olan putperestliği terk etmiş, tevhit inancını benimsemişti. Başta gizli tuttukları bu inanç zaman içinde açığa çıkınca onlar da inançlarını korkusuzca ilan edip atalarının dinine karşı çıktıklarını ifade ettiler. Ancak kendilerine edilecek zulümden korunmak için de bir mağaraya sığınmak zorunda kaldılar. Bu mağarada köpekleriyle birlikte daldıkları uykudan muhtemelen 309 yıl sonra uyandılar. Bir gün veya daha kısa süre uyuduklarını zannederek içlerinden birini yiyecek almak için şehre gönderdiklerinde, işin hakikati ortaya çıktı. Kur’an’da, “Ashab-ı Kehf” olarak adlandırılan Mağara Arkadaşı gençler şöyle tasvir edilmiştir:
“Biz sana onların başından geçenleri gerçek olarak anlatıyoruz. Hakikaten onlar, Rablerine inanmış gençlerdi. Biz de onların hidayetini arttırdık. Kalkıp da, 'Rabb'imiz, göklerin ve yerin Rabb'idir. Ondan başkasına asla ilah demeyiz. Yoksa andolsun ki saçma bir söz söylemiş oluruz.' dediklerinde onların kalplerine kuvvet vermiştik.” (Kehf, 18/13-14.)
Gençlik döneminde gerçekleşen dinî yöneliş, Allah katında büyük önem taşımaktadır. Aklen ve bedenen gelişimin yaşandığı bu dönem; hakkı arama, ona bağlanıp onun uğrunda çaba gösterme noktasında hayatın en elverişli dönemidir. Bu dönem, arzu, hayal, azim, irade, hareket, kuvvet, macera tutkusu gibi özelliklerin yoğunluğu ile hayatın diğer dönemlerinden daha çok öne çıkmaktadır. Nitekim Hz Peygamber’in davetine yaşlılardan çok gençler icabet etmiş; Kureyş ulularının, az bir kısmı dışında geneli, atalarının dini üzere kalmakta ısrar etmişlerdi. “Hakikaten onlar, Rablerine inanmış gençlerdi.” cümlesindeki vurgu ile de ifadenin önemini belirtmek amaçlanmıştır. (Tahir b. Aşur, et-Tahrir, XV, 271.) Gençlik dönemindeki bu yönelişi baltalamaya çalışan tuzaklar da bu tuzakları aşmaya azmetmiş gencin yönelişini önemli kılan diğer bir husustur. Allah Rasulü, Rabbine kulluk ederek temiz bir hayat içinde serpilip büyüyen genci, Allah’ın kıyamet günü himaye edeceği kullar arasında saymıştır. (Buhari, Ezan, 36.)
Mağara Arkadaşı gençler Allah’ın varlık âlemine yönelik fiili tecellilerine şahit olmuş; fıtratlarının çağrısına (Rum, 30/30.) icabet edip Rablerine, yani şefkat ve merhamet sahibi, geliştiren ve yaşatan Allah’a iman etmişlerdir. O’nun inayetinin şuurlu-şuursuz bütün varlıkları kuşatmış olması, herhangi bir varlığın ortaklığına mahal bırakmamaktadır. Gençlerin, kralın huzurunda söyledikleri “Rabb'imiz, göklerin ve yerin Rabb'idir.” sözü uluhiyette tevhidi, “Ondan başkasına asla ilah demeyiz.” sözü rububiyette tevhidi ifade etmektedir. Uluhiyette tevhit, Allah’ın zatında, sıfatlarında ve fiillerinde bir, tek ve benzersiz olduğunu kabul etmek; rububiyette tevhit ise Allah’tan başkasına tapmamak demektir. Onlar imanın zihnî ve teorik yönü ile kalbî ve amelî yönünü bir araya getirmişlerdir. Hayatlarındaki anlam arayışına en sahici cevabı bulduklarında ve anlamsızlığın karanlığı anlamın aydınlığı ile yer değiştirdiğinde artık gerçek huzura ermişlerdir. İnsanoğlu maddi arzularını ne kadar tatmin ederse etsin, inanç açlığına karşı ruhunu doyuramadığı takdirde, elde ettiği şey, sahte ve geçici bir huzurdan öteye geçmeyecektir.
Mağara Arkadaşı gençler, imanları uğrunda fedakârlık gösterebilecek bir yüce gönüllülüğe ulaşmışlardır. Çünkü Yüce Allah, onların imanlarına mukabil hidayetlerini artırmıştır. Hidayetlerini artırması, imanlarını, basiretlerini, yakinlerini, ihlas ve sebatlarını artırması anlamına gelmektedir. Bu sayede onlar, içinde yaşadıkları konfor ve rahatı bütünüyle terk ederek en temel ihtiyaçlarının bile bulunmadığı bir mağaraya sığınmışlar, nefislerinin değil Allah’ın tarafını tercih etmişlerdir. İnançları uğruna evlerinden ayrılmaya, sevdiklerinden ayrılmaya göğüs germişler, Allah ile baş başa kalmayı yeğlemişlerdir. Böylece Allah’ın, gerçekten inanıp inancı ile amel eden kişinin imanını artırdığının örneği olmuşlardır.
Mağara Arkadaşı gençler imanlarına bağlılıkta cesaret ve şecaat destanı yazmışlardır. Zira Yüce Allah, bu güçlü imanlarına mukabil onların kalplerine kuvvet vermiştir. Kral, putlara ibadeti terk ettiklerinden dolayı toplumun önünde onları azarladığında Allah’ın kalplerine verdiği bu kuvvetle hiç aldırış etmeden, herhangi bir tereddüt ve endişeye kapılmadan ayağa kalkmışlar; yaratan, rızık veren, terbiye eden, bütün gökleri ve yeri tek başına yaratanın Allah olduğunu haykırmışlardır. Bu haykırışları ile krala, kendisinin tehditlerine önem vermediklerini ifade etmişler; kavimlerine de inançlarını duyurma fırsatı bulmuşlardır. Gençlerin yazdıkları bu cesaret ve şecaat destanının benzeri, Musa peygamberin mucizesine şahit olunca derhâl iman edip secdeye kapanan sihirbazlar da görülmektedir. Firavun büyük bir öfke ile acımasız bir şekilde onları öldürmekle tehdit ettiğinde, “Zararı yok, nasıl olsa biz Rabbi'mize dönüyoruz. İlk iman edenler olduğumuz için Rabbi'mizin hatalarımızı bağışlayacağını umuyoruz.” (Şuara, 26/46-49.) diye karşılık vermişlerdi. Mağara Arkadaşı gençler de bu tavırları ile Yüce Allah’ın gerçekten inanıp inancı ile amel edenin kalbini kuvvetlendirip cesaret ve şecaatini artırmasının örneği olmuşlardır.
Mağara Arkadaşı gençlerin bu inanç tecrübesi, duygusal bir etkilenme sonucu gelip-geçici bir tutum değişikliği değildir. Zira iman, sadece duyguların değil duyguların akılla karşılıklı etkileşiminden doğan tereddütsüz bir inançtır. (Fussılet, 41/53.) Onlar akıllarını devre dışı bırakıp kör bir taklidin esiri olmamışlardır. Kalp ve akıllarındaki uyum, aynı zamanda onları çeşitli aşırılıklardan uzak durmaya, itidale sevk etmektedir. Bu yüzden gençlerin bir sonraki cümlesi, bu tercihlerinde delilin yerini ifade eden şu cümle olmuştur:
“Şu bizim kavmimiz Allah'tan başka tanrılar edindiler. Bari bu tanrılar konusunda açık bir delil getirseler. (Ne mümkün!) Öyle ise Allah hakkında yalan uydurandan daha zalimi var mı?” (Kehf, 18/15.)
Bazı müfessirlere göre bu söz, gençlerin kendi aralarında konuşurken söyledikleri bir sözdür. Bazılarına göre de gençler bu sözü, öncesindeki cümle gibi kralın huzurunda, toplumun içinde söylemişlerdir. Bu söz ile kralın dinini eleştirerek onun kibrini kırmak istemektedirler. Cümlede hayret, kınama, azarlama, çirkin bulma, onları düşüncelerinde aciz bırakma anlamları söz konusudur. Ayrıca sözün böyle bir ortamda söylenmesi, toplumu putlara ibadetten uzaklaştırmak için çok etkili bir yöntemdir. Müfessirler bu ayetten, dinî bir konunun ancak delille sabit olabileceği, delili olmayan bir konunun kabul edilemeyeceği anlamını çıkarmışlardır. (Beydavi, Envaru’t-Tenzil, III, 275.)
Ashab-ı Kehf kıssasındaki gençlerin hikâyesinden, gençlik dönemindeki dinî yönelişin Allah katında çok değerli olduğu, bu dönemdeki doğru bir yönelişin pek çok manevi kazanım sağladığı anlaşılmaktadır. Kıssada sözü edilen gençler, iman ile hayatlarını anlamlandırmış, hazzın ve rahatlığın girdabından kurtulup imanın verdiği huzura kavuşmuştur. Bu, onları sorumluluk duygusuna yönelten, vurdumduymazlıktan ve nemelazımcılıktan uzaklaştıran bir imandır. Nihayet bu iman, kalp ile akıl, madde ile mana, dünya ile ahiret arasında dengeyi sağlayacak sağlıklı düşünme melekesine onları yönlendirmektedir.
Günümüz gençliğini sahih İslam inancının sağlayabileceği manevi kazanımlardan mahrum bırakan bazı yaklaşımlar söz konusudur. Mesela toplumun dinî hayatında görülen bazı çelişkilere gösterilen tepkisel tavır, dinî hassasiyetlerin zayıflaması ve nihayet dine karşı duyarsızlıkla sonuçlanabilmektedir. Gerçekliğin küçük bir parçasından hareketle, din konusunda olumsuz bir genelleme söz konusudur. Allah’a inandığı hâlde O’nun âleme müdahalesini reddeden İslam’ın temel esasları ile taban tabana zıt bir anlayış, ileride Allah’ı da inkârla neticelenecek bir yola girilmiş olunduğunun habercisidir. Ne yazık ki yolun sonunda ruhi açlığını doyurmaya yarayacak mutlak varlıklar icat edilecek, yüce değerlerden kopuşun sonucu olan yalnızlık ve tükenmişlik duygusu en yalın hâliyle yaşanacaktır. Oysa insan bütün benliği ile yalnızlık duygusunun karanlığında bir aydınlık, tükenmişlik duygusunun ürpertisinde kendisine uzanacak bir el aramaz mı? Öyleyse Allah’tır inananların dostu ve onları karanlıktan aydınlığa çıkaran! (Bakara, 2/257.)