paylaş
FaceBook

Onu, zaman ve mekân kaydı söz konusu olmaksızın peşinden gidilmesi gereken rehber insan olarak önümüze koyar. Bu nedenle Hz. Muhammed, her zaman ve mekân için her yaş grubunun kılavuzudur. Bununla birlikte, hayatta olmadığından doğrudan tebliğde bulunma imkânı yoktur. Onun rehberliğini insanlığa sunacak olanlar, bir başka ifadeyle insanlığı onun manevi mirası etrafında toplayacak olanlar bu davayı kendisine dert edinenlerdir. Günümüzde Hz. Peygamber’in mesajını doğru bir şekilde dünyaya sunmak çok önem arz etmektedir. Çünkü günümüz insanı, bir dine bakışını daha ziyade görünürde yani o din mensuplarının yaşamları ve söylemleriyle dünyaya nasıl bir sunum gerçekleştirdiğine bakarak belirlemekte, o dine ait kitapları okuyarak kanaat sahibi olmamaktadır. Kaldı ki son derece yaygınlaşan kitle iletişim araçlarından kendisine sunulan bilginin doğru veya yanlış olduğunu sorgulayacak insan sayısı azdır ve bu entelektüellerin işidir. Bu da İslam’ın temsilcilerinin ne kadar titiz ve güzel insanlar olmaları gerektiğini göstermektedir. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in istediği Müslümanlığı yaşamak yanında onu insanlığa özellikle de gençliğe çağa uygun bir şekilde sunmak zorundayız. Bu bağlamda şu başlıklara dikkat etmek gerektiği söylenebilir:

Üç değeri öne çıkarmak

Hz. Peygamber’in hayatına baktığımızda üç hususun öne çıktığını görürüz: Sadece Allah’a kul olmak, ibadetleri yerine getirmek, ahlaki değerleri topluma hâkim kılmak. Bu üç husus doğru bir şekilde anlatılabildiğinde Hz. Peygamber’in dünyaya kazandırmış olduğu büyük nimet kendiliğinden anlaşılmış olur. Çünkü şirkten uzak kalmak, Yaratıcı’ya karşı ödevleri yerine getirmek yanında getirilen ahlaki değerler bütün insanlığın ortak kabulleridir. Bu değerler erdemli ve adaletli bir toplum inşa edebilmek açısından vazgeçilmezdir. Çünkü kul hakkını gözetmek, zulümden kaçınmak, yalan konuşmamak, her hususta dürüst olmak, adaletten sapmamak, eşitlik gibi hususlar insanlığın her zamanki ortak değerleridir. Hz. Peygamber’in yaşadığı dönem ve şartlar göz önüne getirilerek onun insanlığa kazandırdığı bu değerler anlatıldığında büyüklüğü daha iyi anlaşılacak ve sevilecektir. Bu durum bizi onun insani boyutuna odaklanmamız gerektiği sonucuna götürmektedir. Şöyle ki:

Allah Rasulü’nün yaşadığı dönemde insanları İslam’a kazandırmasında söyleminin içeriği kadar kendi yaşantısı da çok etkili olmuştur. Keza insanlar onun yetiştirdiği sahabilerin yaşam tarzlarından etkilenerek İslam’ı kabul etmişlerdir. O dönemler okuryazar oranının son derece düşük olduğu göz önüne getirilecek olursa Kur’an ayetlerinin bile insanların çoğu tarafından okunamadığını anlarız. Dolayısıyla anlatım yanında dinin Hz. Peygamber’in şahsında hayata yansıyan örnekliği herkesi etkilemiştir. Onun insanlara olan güzel muamelesinden, ihtiyaç sahiplerini gözetmesinden, çevresindekilerin her türlü derdiyle ilgilenmesinden, muhataplarına karşı güzel bir dil kullanmasından, ağzından bir kez olsun kötü söz çıkmamasından, adaleti ve dürüstlüğü her şart ve koşulda tavizsiz bir şekilde uygulamasından etkilenenler aradıkları şeyin bu olduğunu görmüşler ve İslam’a sarılmışlardır. Ayrıca Allah Rasulü’nün ashabından istediği her bir şeyi kendi hayatında tatbik etmesi de onun yaşantısının güzelliklerinin bir parçasıdır. Nitekim Mescid-i Nebi’nin inşaatında bilfiil çalışanlar ile Hendek Savaşı’nda kazma sallayanlar arasında o da vardı. Özellikle ibadetler açısından baktığımızda ashabından istediğinden daha fazla nafile ibadetle hayatını süslediğini görürüz. Dolayısıyla bunların hepsi bir araya geldiğinde sadece söyleyen değil söylemek yanında hayatına da hâkim kılan bir rehber olarak toplumun önünde bulunan Hz. Peygamber, çevresinde sevgi merkezli bir etki alanı oluşturmaktaydı. Bu nedenle günümüzde Allah Rasulü’nün hayatını gençlere anlatırken onun insani boyutunu çok fazla öne çıkarmak durumundayız.

Tartışma alanını sona saklamak

Hz. Peygamber’in hayatına dair rivayetlerin küçük bir bölümü tarihî süreçte sürekli tartışma konusu olmuştur. Bazıları bunlarda anlatılan hususların Allah Rasulü’nün hayatının bir parçası olduğunu iddia ederken diğer kesim ise rivayetlerin sorunlu olduğunu öne sürmüştür. Günümüzde Hz. Muhammed gençlere anlatılırken iki görüşten birini benimsemiş olan her bir taraf hataya düşebilmektedir. Birinci kesim, klasik kitaplarda son elçinin hayatına dair anlatılan her bir şeyi -Hz. Peygamber'i yüceltiyor düşüncesiyle- hakikatmiş gibi kabullenmekte, Allah Rasulü’nün hayatını ve kişiliğini bu rivayetleri de kullanmak suretiyle anlatmaktadır. Bu rivayetleri doğru olarak kabul etmeleri kendi yaklaşımları açısından kabul edilebilir bir durumdur ancak öncelikle ittifakla kabul edilmiş bilgileri anlatmak, sonra da tartışma alanı olan konuları eklemlemek en doğru olanıdır. Bunu yaparken de üzerlerinde tartışmalar olduğu mutlaka dile getirilmeli ve kendisine göre bunların neden doğru olduğu ayrıca izah edilmelidir. Bu yapılmayıp üzerlerinde tartışma olduğundan hiç bahsedilmeden Hz. Peygamber’in hayatının birer parçası olarak anlatıldığında bu rivayetler etrafındaki sorunlarla karşılaşan gençlerde Allah Rasulü’nün yaşamının bütününe karşı hem bir şüphe uyanmasına hem de gönüllerdeki rehberliğinin zedelenmesine yol açabilmektedir. Dolayısıyla önce rivayet açısından sorun bulunmayan büyük alandan başlayarak kutlu elçiyi anlatıp sevdirmek, tartışmalar olan sahayı -tartışmalı olduğunu belirterek- sona bırakmak en doğrusudur.

Hz. Peygamber’in hayatını gençlere anlatırken kendince problemli gördüğü rivayetleri araya serpiştirerek eleştirel dille anlatanlara gelince bu kişiler, gençlerin Hz. Peygamber’in hayatıyla ilgili neye inanacakları neye inanmayacakları noktasında kafalarının karışmasına ve her şeyden şüpheye düşmelerine neden olmakta, kalplerde katıksız peygamber sevgisinin oluşmasına zarar vermektedirler. Oysa onların da tartışmalı konuları sona saklayarak önce sağlam ve ortak kabulle benimsenmiş bilgilerle temeli attıktan sonra tartışmalı alana değinmeleri güzel olur. Çünkü temeli sağlam malzemeden atmadan harcın arasına zarar verici maddeler boca etmek, binanın sağlamlığına zarar verir. Ülkemizde bu husus, bazılarınca dikkate alınmadığından her şeye şüpheyle bakan, Hz. Peygamber’den gelen her bir rivayet hakkında “gerçek olmama ihtimali var” endişesi taşıyan bir zümre yetişmiştir ki bu gençlerin gönüllerinde Hz. Peygamber’in rehberliğinin sabit bir yer tuttuğundan bahsetmemiz zordur.

Gelenek ile dinî olanı ayırt etmek

Hz. Peygamber’i özellikle gençliğe anlatırken, onun bütün cihanın son peygamberi olduğu gerçeğinden hareketle, yerel olan davranışlarıyla evrensel olanları birbirinden ayırt etmek çok önem arz eder. Bu nedenle, mahalli olarak kabul edilmesi daha uygun olan davranışlarının ardındaki evrensel mesaj boyutuna odaklanmak ve şekilcilikte kalmamak gerekir. Unutmamak gerekir ki, Allah Rasulü âdeta çukurdan aldığı insanlığı medeniyet yolunda yürüyüşe başlatmıştır. Bize düşen, bu yürüyüşü devam ettirmek ve son elçinin mesajını zamanımız kuşağına taşımaktır. Bu nedenle bölgesel ve dönemsel olan uygulamalarını din olarak insanlara sunmamak, her coğrafyanın ve kültürün farklılıklarını göz önünde bulundurarak Allah Rasulü’nün evrensel mesajını yerelleştirmemek gerekir. Bu da bize özellikle gelenekler ve görenekler çerçevesinde gerçekleşmiş olan hususlardaki amacı keşfetmek, yapılanın kendisini din olarak görmemek gerektiğini gösterir. Örneğin dişleri temizlemek hususundaki Hz. Peygamber’in tavsiyeleri kendi dönem şartları açısından büyük bir devrimdir. Sadece bu bile onun son elçi olduğunu anlamaya yeter. Bununla birlikte Hz. Peygamber kendi dönem şartları içerisinde var olan imkânları göz önünde bulundurarak misvakı teşvik etmiştir. Bu nedenle misvakla diş temizliğini sünnet olarak görmek yerine dişleri temizlemenin bir peygamber buyruğu olduğunu ve buna neden önem verdiğini anlamaya çalışmak daha önem arz etmektedir. Bunu söylerken biz insanın Hz. Peygamber’e olan derin sevgisinden dolayı kendi bireysel tercihi olarak misvak kullanmasını veya Arap örf ve geleneği içinde yer alan diğer uygulamalarını hayatında tatbik etmesini elbette saygı ile karşılıyoruz. Yeter ki bunu din hâline getirmesin ve insanlara bu şekilde anlatmasın.

Gençlere verdiği öneme vurgu yapmak

Allah Rasulü’nün gençlerle iletişimi, onlara ve eğitimlerine verdiği değer Hz. Peygamber’i günümüz gençliğine anlatmak noktasında önemli bir yere sahiptir. Çünkü Hz. Peygamber’in kendisine değer verdiğini gören bir gençte Allah Rasulü iştiyakı artar. Bu hususta şu başlıklar öncelenebilir:

  1. Hz. Peygamber’in yakınındaki insanların önemli bir kesimi genç idi. Hatta etrafı gençler tarafından kuşatılmıştı. Bu da onunla gençler arasında güçlü bir bağ oluşturuyordu. Nitekim Mekke’de İslam’ı insanlara anlatmaya başladığında yanında kenetlenen, ona sahip çıkan, maruz kaldığı eziyetlere karşı göğüslerini siper edenlerin çoğu gençti. Hz. Ali 10, Abdullah bin Ömer ile Ubeyde bin el-Cerrah 13; Ukbe bin Âmir 14; Cabir bin Abdullah ile Zeyd bin Hârise 15; Abdullah bin Mesud, Habbab bin Eret ile Zubeyr bin Avvam 16; Talha bin Ubeydullah, Abdurrahman bin Avf, Erkam bin Ebi'l-Erkam, Sa'd bin Ebi Vakkas ile Esma binti Ebi Bekr 17; Muaz bin Cebel ile Mus’ab bin Umeyr 18; Ebu Musa el-Eş’ari 19; Cafer bin Ebi Tâlib 22; Osman bin Huveyris, Osman bin Affan, Ebu Ubeyde ile Hz. Ömer 25-31 yaşlarında idiler.
  2. Hz. Peygamber gençliğin eğitimine büyük önem veriyordu. Özellikle Suffe örneği Allah Rasulü’nün gençlere verdiği değerin göstergesidir. Bunun yanında Habibullah, konuşmalarında da gençlere özel bir yer ayırırdı. Hadislerinin bir kısmını gençlerle ilgili sözlerin süslemesi bundandır. Örneğin bir hadislerinde, başka gölgeliğin olmayacağı kıyamet gününde Allah’ın arşı altında gölgelenecek kimseleri sayar. İkinci sırada, gençliğini Rabb’ine ibadetle geçiren genci zikreder. (Buhari, 660.) Diğer bir hadislerinde de ahlaklı gençleri över: “Bir genç bir ihtiyara, yaşından dolayı hürmet ederse onun yaşına varınca Allah ona gençleri hürmet ettirir." (Tirmizi, 2022.)

Gençlerin eğitiminde Allah Rasulü’nün takip ettiği sevgi yüklü yöntem, bizim de takip etmemiz gereken yol hususunda önümüzü aydınlatmaktadır. Şu örnekte olduğu gibi: Bir genç Hz. Peygamber’in huzuruna gelerek: "Ey Allah'ın elçisi, zina etmem için bana izin ver." der. Orada hazır bulunan bazı sahabiler bu çirkin talebe öfkelenerek "Sus! Sus!" diye genci azarlayıp üzerine yürürler. Hz. Peygamber ise son derece sakin bir şekilde genci yanına çağırıp oturtur. Sonra onunla sohbete başlar ve "Söyle bakayım, bir başkasının senin annenle zina etmesini ister misin?" diye sorar. Sualle şok olan genç "Yoluna canım feda, hayır, kesinlikle istemem." der. Hz. Peygamber "Zaten hiç kimse annelerine böyle bir şey yapılmasını istemez."  buyurur. Sorusunu devam ettirerek, "Peki bir başkasının senin kızınla zina etmesine razı olur musun?" diye sorar. Genç yine "Hayır, uğruna öleyim ey Allah'ın elçisi, razı olmam!" der. Hz. Peygamber de, "Öyleyse hiç kimse kızlarıyla zina edilmesine razı olmaz." buyurur. Ardından kız kardeşiyle, halasıyla ve teyzesiyle zina edilmesine razı olup olmayacağını sorar. Genç her defasında "Yoluna canım feda, hayır, istemem." diye cevap verir. Sonra Hz. Peygamber elini gencin omzuna koyarak şöyle buyurur: "Allah’ım! Bunun günahını affet, kalbini temizle ve azalarını günah işlemekten koru!" hadisi rivayet eden sahabenin söylediğine göre, o genç böyle şeylerle bir daha hiç ilgilenmez. (Müsned, 22211.)

  1. Rasulüllah, görevlendirmelerde gençleri gözetirdi. Örneğin, toplumu bilgilendirmek ve İslam’ın öğretilerini insanlara öğretmek için onlardan yardım alırdı. Öyle ki ashab-ı suffa olarak adlandırılan ve bizzat Hz. Peygamber’in eğitiminden geçerek İslam’ı anlatmak üzere çeşitli bölgelere dağılan fedakâr zevatın büyük çoğunluğu gençlerden oluşmaktaydı. Onların İslam’ı insanlığa ulaştırmak için gösterdikleri çabalar sırasında başlarına bir şey gelmesi ise Allah Rasulü’nü çok üzerdi. Nitekim yetmiş kişilik genç bir eğitim kadrosunu İslam’ı anlatmak amacıyla görevlendirmiş ancak bu güzel insanlar Bi’r-i Mâûne denilen yerde tuzağa düşürülerek şehit edilmişlerdi. Bu durum Allah Rasulü’nün o kadar ağırına gitmişti ki, o kadar yüreğini sızlatmıştı ki, bir süre sabah namazında bu işi yapanlara kunut okuyarak beddua etmişti. (Buhari, 1003, 2801, 2814.)

Yirmi altı-yirmi yedi yaşlarında olan Muaz b. Cebel'i kadı ve öğretmen olarak Cened bölgesine görevlendirmesi bu bağlamda çok önemlidir. Gençlere olan güvenini gösterir. Yola çıkmadan önce ona, bir dava getirildiği zaman neye göre hüküm vereceğini sormuş, Muaz da, "Allah'ın kitabına göre hüküm veririm." cevabını vermiştir. Hz. Peygamber, "Onda bir hüküm olmazsa neye göre verirsin?" diye sormuş, o da "Rasulüllah'ın sünnetine göre hüküm veririm." demiştir. Bu sefer "Eğer Rasulüllah'ın sünnetinde de hüküm bulamazsan ne yaparsın?" deyince Muaz: "Kendi görüşüme göre hüküm veririm!" demiştir. Bu cevap Hz. Peygamber’in çok hoşuna gitmiştir. (Tirmizi, 1327.)

Hz. Peygamber’in vahiy kâtiplerini genelde gençlerden seçmesi, bazı gençleri de o günün ihtiyacı olan Süryanice ve İbranice gibi dilleri öğrenmeye teşvik etmesi gençlere yaklaşımının diğer göstergeleridir. Nitekim kendisiyle Yahudiler arasında elçilik yapmak üzere Zeyd b. Sabit'i görevlendirmiştir.

Bunun yanında gençler, savaşlarda Hz. Peygamber’in yanında yer alırlardı. Ayrıca Tebük Savaşı’nda Benû Neccar Kabilesi'nin sancağını, henüz yirmi yaşlarında olan Zeyd b. Sabit'e vermiştir. Bedir Savaşı’nda da yirmi veya yirmi bir yaşlarında olan Hz. Ali'yi sancaktar yapmıştır. Hayber'in fethinde de Hz. Ali en önemli görevi üstlenmiştir. Kudaa Kabilesi üzerine göndermek üzere hazırladığı birliğin sancağını da on sekiz yaşında olan Usame b. Zeyd'e vermiştir. Birliğinde Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Ebu Ubeyde gibi önde gelen sahabiler yer almaktaydı.

Bu örnekler ve yer veremediklerimiz Allah Rasulü’nün gençlerle olan münasebetini anlatmak açısından yeterlidir. Son elçinin bu yaklaşımı hem gençlere onu sevdirmek hem de sorumluluk vermek açısından zaman üstü örneklerdir.

Yazan  Prof. Dr. Enbiya Yıldırım | Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Daha on yedi