Yaşadığımız dünyanın gençliğe bakışına egemen olan düşünceye baktığımızda maalesef sorun merkezli bir yaklaşımın öne çıktığı görülmektedir. Kitlelerin şartlanmışlığı yanında, gençliğe dair araştırmalar, tezler, TV programları, alan uzmanlarının açıklamaları da büyük oranda problem odaklı bir bakışı yansıtmaktadır. Elbette insanın hayat serüveni boyunca yaşadığı evreler içinde en fazla gündem edilen dönem, gençlik çağıdır ve tabii olarak ömür hikâyesi içinde birçok açıdan dikkat çeken bir evredir. Ancak gençlik üzerine konuşma ve çalışmalarda problematik bir yaklaşımın öne çıkması ve söz konusu platformların âdeta “baş edebilme ve zararlarından çevreyi koruma” amaçlı bir dizi ilke ve tedbirin salık verildiği bir alana dönüşmesi en azından bir talihsizlik ve yanılgıdır.
Gençlik çağının insan hayatının en canlı ve dinamik dönemi olduğu herkesin en kolay kurduğu cümledir. Ancak bu dönemin özelliklerinin her biri, esasında doğru tanımlanarak iyi değerlendirildiğinde hem gencin bizzat kendisi hem de toplum ve insanlık için çok kıymetli birer değere dönüşecektir. Burada en önemli mesele, insan hayatının en coşkulu döneminin söz konusu duygularının nasıl yönetileceğidir. Nitekim gençlik çağının en önemli vasfı olan heyecan ve aksiyon, eğer iyilik, adalet, hak-hakikat mecrasına yönlendirilirse coşkun bir rahmete dönüşecektir. Âdeta gençlik çağı ile özdeş olarak algılanan isyan ve itiraz duygusu, esasında kötülüğe, haksızlığa ve günaha karşı konumlandırılırsa gençler, insanlığın aydınlık geleceğinin öncü kadrosu olacaktır.
Son iki asırdır kapitalizmin, tüketim ve gösteriş üzerine kurduğu sömürü düzenini devam ettirmek için arayış düşüncesini ve heyecan duygusunu hedef alarak gençliği suiistimal ettiği açıktır. Tefrika ve anarşi projeleriyle üretilen terör örgütleri, tuzaklarını gençliğin duygularının güzergâhına kurmaktadır. Dünyanın pek çok yerinde derin hesapların ve çıkar tutkularının ucuz ve masum kurbanları olarak gençler seçilmektedir.
Diğer yandan, gençliği bir kaosun enstrümanı olmaktan kurtarmaya yönelik gayretlerin ise hem gençliği hem de vakıayı doğru yorumlamaktan uzak olduğu da başka bir çıkmaz sokaktır. Gençliği kurtarma gibi aslında platonik bir duyguyla ve iyi niyetlerle yola çıkanlar, problemin temel sebebi olarak gördüğü heyecan, aksiyon, itiraz gibi duyguları, iyilik ve güzellik yolunun esenlik rüzgârına dönüştüremediği için onu baskılamaya ya da yok etmeye yönelik hedefler ve eylem planları peşine düşmektedir. Esasında bu strateji, genci pasifize ederek genç olmaktan çıkarmaya ve hatta onu hayatın dışına taşımaya zorlayan bir yaklaşımdan başka bir şey değildir.
Nitekim son asrın en büyük mütefekkirlerinden ve dava adamlarından Aliya İzzetbegoviç, Kur’an’ı referans göstererek İslami eğitim ve terbiye adına gençlere yönelik en büyük hata ve paradokslardan birinin, gençlerin aksiyoner ve isyankâr ruhunu yok ederek onları tam bir teslimiyetin içinde işlevsizleştirmek olduğunu söylemektedir. Bunu da “Direnişi öne çıkaran Kur’an teslimiyetçiliği yasaklamıştır ve çok sayıda sahte büyüklük ve tanrı yerine, tek ve yegâne teslimiyet olarak Allah’a teslimiyeti tesis etmiştir. Nitekim Kur’an, Allah’a teslim olan insanı özgürleştirir, eşyaya kul olmaktan, diğer bütün teslimiyetlerden ve korkulardan kurtarır. Dolayısıyla tevazudan çok şeref ve haysiyet, teslimiyetçilikten çok cesaret, merhametten çok adalet hakkında konuşmalıyız. İslam’ın ilerlemesini sakin ve teslimiyetçi kimseler değil, cesur ve isyankâr ruhlu ancak, bir iç disipline sahip kimseler gerçekleştirecektir.” sözleriyle açıkça ifade etmiştir.
Buna göre salt itaat ve uyum üzerine kurulu eğitim algısı, gençlerin devrimci ruhunu köreltmekte, onları edilgen bir hayata mahkûm etmektedir. Bunun için edep ile özgüveni, direniş ruhu ve itiraz ile adalet ve merhameti bütünleştiren bir örnekliğin hayata taşınması gerekir.
Bu manada bütün dava sahipleri ideallerini, gençlerin duygularına emanet ederek onların heyecanları ile büyütmeyi ve geleceğe taşımayı hedeflemişlerdir. Bu meyanda Necip Fazıl’ın genci; zamanın ve mekânın hakikatini idrak etmiş, tarih şuuruna ve gelecek ferasetine sahip, bozgunculardan hesap sormak için onların karşısına dikilen, mukaddes emanetin yılmaz takipçisi, hak-hakikat adına kim var denince sağına soluna bakmadan, ben varım, diyen, üstün bir ahlak ve soylu bir aksiyona sahiptir. Mehmet Akif’e göre asıl genç, Asım’ın neslidir ve namusunu çiğnetmeyecektir.
Önemli bir mesele olarak ele alınması gereken husus, Allah’ın, yeryüzünde tevhit ve adalet yolunda, merhamet ve asalet ile mücadele ederek hem insanlığın huzuru ve iyiliğine en büyük katkıyı sunması hem de ahirette büyük bir mükâfata nail olması için hayatın gençlik evresine nakşettiği duyguların; istismarcıların, küresel çetelerin, ulus ötesi teröristlerin, medya hokkabazlarının insafına terkedilmesidir. Oysa gerçek kahramanlığın ve kendini ispat etmenin güzel ahlak ile adalet, merhamet ve başkalarına iyilik yolunda mücadele etmek olduğu, gençlerin kalbine ve hayatın merkezine nakşedilebilirse elbette yeryüzü çok daha güzel olacaktır.
Nitekim gencin ruhunun derinliklerinden gelen en temel ihtiyaç “inanma” ihtiyacıdır. Eğer bu ihtiyaç doğru donelerle desteklenerek asil bir ideal ile anlamlandırılmazsa farklı arayışlar, paradokslar, bunalımlar, ateizm, deizm, Budizm gibi akımlar, sapkın yönelişler ya da gerçeklerden kaçış ve boşvermişlik gündeme gelecektir.
Göz ardı edilmemesi gereken bir başka husus da şudur ki: Gençlik; ayarlanan bir makina, format atılabilen bir teknolojik aygıt, yazılımı yapılan bir program, üzeri rahatça çizilen ve silinen bir karalama tahtası ya da istediğimiz şekli verebileceğimiz bir hamur parçası değildir. Onları pragmatik mülahazalarla oluşturduğumuz kendi kalıplarımıza sokmaya çalışmak, öz benliklerini, karakter ve gelişimlerini zedelemek demektir. Dolayısıyla yapılması gereken, öncelikle her insanın bir âlem, her varlığın bir ayet olduğu bilinciyle hareket ederek onları anlamak ve değer vermektir. Nebevi bir metot ile yaklaşarak, onlarla dost olmak, vakit geçirmek, hayatı paylaşmak, onlara yetki ve sorumluluk vermek ve en önemlisi ufuk açmaktır. Yargılamadan, sorgulamadan, dikte etmeden dertleriyle ilgilenmektir.
İsyan ruhlu gençlerin kalplerine iyi gelecek yaklaşım, sahih bir inanç sunarak onları İslam’ın şefkat, merhamet, hakkaniyet, güzel ahlak ve bir arada yaşama ilkeleriyle tanıştırmaktır. Onlara “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır.” (Kudâî, Müsnedü’ş-şihâb, I, 365.) düsturuyla büyük bir ideali işaret ederek ulvi bir gaye ile yücelmelerine rehberlik etmektir. Onları, bilginin, iyiye de kötüye de kullanılabileceğine; okumayı, anlamayı, aklını kullanmayı, bilgiye sahip olmayı her daim emreden bir dinin mensuplarının köklü bir bilgiye ve mefkûreye sahip olmak zorunda olduklarına ikna etmektir. Bütün söz ve eylemlerde, edep, nezaket ve zarafetin nebevi bir ölçü olduğunun, “kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemeyi, kendisinin hoşlanmadığı bir şeyi kimseye reva görmemeyi” (bkz. Buhari, İman, 7.) esas kabul eden bir ahlakın en güzel örneği olmaktır. Asil bir duruşa ve aksiyona sahip olmayı genç olmanın alameti farikası olarak kabul eden bir anlayışı yerleştirmektir.
Bugün gençlerin çekici bulduğu özgürlük, adalet, hakça paylaşım gibi kavramlar, en hakiki karşılığını İslam düşüncesinde ve medeniyetinde bulmaktadır. Ama bu bağlamda özellikle din dili ve tasavvurunun gençlerin ilgisi açısından işlevi mutlaka gözden geçirilmelidir. Biliyoruz ki İslam’ın hakikatleri ile gençliğin heyecanı buluşursa dünya değişecektir. Nitekim insan hayatının özel bir dönemi, milletlerin en büyük zenginliği olan gençlik Allah katında da özel bir değere sahiptir. “Kıyamet günü dehşetli bir zamanda Peygamber Efendimizin yanında ve güvende olacak yedi grup insandan birisinin de Allah’a kulluk ederek tertemiz bir hayat içinde büyüyen genç” (bkz. Buhari, Bed’ü’l-ezân, 36; Müslim, Zekât, 30, 1031.) olarak müjdelenmesi, aynı zamanda özel bir değerin ifadesidir.
Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de; putların anlamsızlığını, mantıkla ortaya koyarak inkârcıları susturan, fani olanın peşinden gitmeyi, kula kulluğu, zalime boyun eğmeyi, insanların tanrılaştırdığı tabulara bağlılığı reddeden ve tevhidî duruşun genç örneği Hz. İbrahim’i (bkz. Enbiya, 21/60); iffetini ve inancını hayatından üstün tutarak bir genç için iffetin en büyük asalet oluşunun timsali Hz. Yusuf’u kıyamete kadar yeryüzünün gençlerine örnek göstermektedir.
Aynı şekilde adalet, merhamet, tevhit yolunda imkânlarını ve statülerini feda etme pahasına hak-hakikat mücadelesinden vazgeçmeyen Ashab-ı Kehf gençlerini; “Biz sana onların haberlerini gerçek olarak anlatıyoruz: Şüphesiz onlar Rablerine inanmış birkaç genç yiğitti. Biz de onların hidayetlerini artırmıştık.” (Kehf, 18/13.) ayetiyle tebcil etmektedir.
Göz ardı edilemeyecek büyük bir örnek de Mekke’de herkesin takdir ettiği ve hılfulfudul topluluğuna katılarak haksızlığa uğrayanların yanında kötülüğe karşı mücadele eden ve herkesin “emin” sıfatıyla zikrettiği bir genç olan Hz. Muhammed’dir. Nitekim peygamber seçildiğinde, Müslüman olmanın dayanılması zor acıları göze almayı gerektirdiği zamanlarda onun çağrısına katılanların çoğu yine gençler olmuş, Allah Rasulü tarihin en büyük ahlak ve hukuk inkılabını kendisine inanan bir grup gençle gerçekleştirmiştir.
Elbette asıl karizmanın, kendini bilen, Rabb'ini tanıyan, ailede saygılı, topluma karşı sorumlu, insanlığa karşı duyarlı, çevreye karşı bilinçli bir insan olmakta gizli olduğunu, insanlık ve değer ölçüsünün ırk, renk, coğrafya, statü, servet ya da fiziksel özellikler değil, bir hayat tarzı ve sorumluluk bilinci olarak “takva” olduğunu gençliğin önüne koymanın mükellefiyeti yetişkinlerindir.
Bugün düşünen, daha iyi ve özgür bir gelecek için felsefeden fiziğe, antropolojiden coğrafyaya okumalar yapan, sanat ve estetiğe emek veren, sömürüye karşı durarak kapitalizme ve emperyalizme diş bileyen gençlere, kılık kıyafetlerine ve yaşam tarzlarına takılmadan hayal ettikleri hedeflere en emin ve güzel şekilde ulaşabilecekleri yol olan İslam’ı biz göstermek zorunda değil miyiz?
Bu sebeple, eğer biz onlara engin ufuklar işaret edebilirsek, gençlerin gözlerindeki ışıltı geceyi aydınlatacak, yüreklerindeki heyecan hayata derman katacak, azim ve kararlılıkları geleceğe umut olacaktır. Zira, “Bir neslin kaderini bir önceki nesil tayin eder.” sözünde de ifade edilen gerçeğe göre, gençliğin iyiliği ve geleceği için önce yetişkinleri konuşmak, gençleri anlama ve onların sorunlarıyla ilgilenme gayesinin somut adımları içinde öncelikle yetişkinleri gündeme almak daha doğru bir yaklaşım olacaktır.
Yazan Mustafa Irmaklı | DİB Diyanet İşleri Uzmanı