Yazan Mustafa BERK
, Kâinatın Efendisi’nin dünyayı teşrif ettiği rebiulevvel ayına erişmiş bulunuyoruz. Müslümanlar için Mevlid-i Nebi’nin ifade ettiği anlam hakkında neler söylemek istersiniz? İslam coğrafyasında kutlanan bu güzel geleneğin tarihî sürecini anlatır mısınız?
Müslümanlar için önemli zaman dilimlerinden birisi olan Mevlid-i Nebi, âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimizin doğumunu ifade eder. Mevlit Kandili olarak kutladığımız gecede müminler olarak Peygamberimize olan bağlılığımızı, saygımızı ve tazimimizi çeşitli etkinliklerle izhar ederiz. Müslüman dünyada farklı uygulamalarla kendini gösteren bu kutlamalar hassaten ülkemizde daha heyecanlı ve toplumun tüm kesimlerinin yüksek katılımıyla Diyanet İşleri Başkanlığı öncülüğünde başarılı bir biçimde kutlanmaktadır. Camilerimiz başta olmak üzere çeşitli mekânlarda bazen halkın katılımıyla bazen de özel oturumlarda bilimsel bir zeminde Peygamberimiz (s.a.s.) ve örnek hayatı işlenerek insanların bu konudaki farkındalığı artırılır. Allah’ımız, Kur’an’da Peygamberimizi (s.a.s.) çeşitli niteliklerle tavsif etmiştir. Bu vasıfların başında da onun âlemlere rahmet olarak gönderilmesi yer alır (Enbiya, 21/107.) Canlı veya cansız tüm varlıklar için rahmet olarak gönderilen Kutlu Nebi’nin doğumu elbette ki bizler için değerlidir, önemlidir. Onun doğumunu vesile kılarak kulluğumuzun gereği ibadet ve taatte bulunur salat selamlarla kendisine layık ümmet olabilmeyi arzu ederiz. Malum olduğu üzere Peygamber (s.a.s.) döneminde bu tip kutlamalar bulunmuyordu. Mekke döneminde amentü esasları güncel ve canlı tutulmak suretiyle insanların zihinlerinin farklı yerlere kayması engellenmiştir. Peygamberimizin (s.a.s.) atmış olduğu bu sağlam temelden asırlar sonra Fatımiler döneminde başlamış olan kandil, mübarek gece kutlamaları şeklinde âdetler ihdas edilmiştir. Mevlit Kandili ve benzeri mübarek geceler bir âdettir, yâd etmedir. Dinî bir vecibe değildir ama bizleri dine yaklaştıran, dinimizi daha güzel yaşama hususunda bizi asıl kaynaklarla buluşturan geleneklerimizdir. Bizim toplumumuzda da kutlanan bu âdetler Süleyman Çelebi merhumun eseriyle birlikte âdeta kalıcı bir hâl almıştır.
Günümüzde insanlık ailesi olarak Peygamber Efendimizin (s.a.s.) getirdiği mesaja derinden ihtiyaç duyuyoruz. Peygamberimizi tanımak, anlamak ve dünyamıza getirdiği mesajı yaymak anlamında Mevlid-i Nebi vesilesiyle neler söylemek istersiniz?
Allah’ımız Kur’an-ı Kerim’de Peygamberimiz (s.a.s.) hakkında bize bilgiler veriyor. Onun farklı yönlerini sıralayıp böyle bir peygamberi bize neden gönderdiğini uzun uzun anlatıyor. Ayet-i kerimede mealen, “Andolsun, Allah’ın Rasulü'nde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 33/21.) buyrulurken onun bizler için örnekliği ön plana çıkarılmıştır. Cenab-ı Hak, Peygamberimizi (s.a.s.) bizim önümüze örnek ve rehber olarak koymuştur. Çünkü Allah Teala onu kendi istediği şekilde terbiye etmiş, istediği kıvamı vermiş ve bizlere rehberlik etmek üzere göndermiştir. Rabbimiz, hayat kitabımız Kur’an’ı önce Cebrail (a.s.) aracılığıyla Hz. Peygamber'e (s.a.s.) sonrasında da onun aracılığıyla biz müminlere göndermiştir. Rabbimiz, muhatabına mesajını kendi cinsinden bir yolla iletiyor ki mesajı tam anlaşılabilsin diye. İşte Peygamberimiz (s.a.s.) de ayette buyrulduğu üzere bizler gibi bir beşerdi (Fussılet, 41/6.) Allah Rasulü (s.a.s.) yaşayan yani canlı bir Kur’an’dı. Hayatının her safhasında evinde, camide, savaş meydanında, şehirde ve köyde bu kitabın yaşamın her anına nasıl tatbik edilmesi gerektiğinin örneğini bizlere sunmuştur. Dolayısıyla Müslüman kişiye düşen, kendisine sunulan en güzel örneğin Kur’ani yaşantısını öğrenip kendi hayatına uygulamaktır. Din bir sistemdir, bir kanun ve kuraldır. Dinde hiçbir şahıs ya da güç Allah’ımızın makamına çıkamaz. Allah’ın ve Peygamberimizin (s.a.s.) bulunduğu makamlar ayrı ayrıdır, her biri kendine özgüdür. Bunun bilincinde olarak anlatmalıyız peygamberimizi. Yani onun erişilemez, ulaşılamaz, kimsenin göremediği, konuşamadığı bir makamı olamazdı. Günümüzde maalesef öyle anlatımlar yapılıyor ki Peygamberimizi (s.a.s.) Rabb'imizin koymadığı bir yere koyan anlatım. Rabbimiz böyle bir seçim yapmamışken kulları olarak bizim buna asla hakkımız olamaz. Özellikle anlatıcı konumda olanlar, dinimizde Peygamberimizin (s.a.s.) konumunu, bulunduğu yeri iyice içselleştirip konuşmalarını doğru olan yönde yapmalıdır. Bizler için üsve-i hasene, üstün ahlak sahibi, sirac, beşir ve nezir, âlemlere rahmet olarak nitelenmiş peygamberin Allah katındaki yerini ana kaynaktan öğrenmek ciddi bir vazifedir. Sevgili Peygamberimizi (s.a.s.) Rabbimizin çizdiği sınırların dışında bir yere koymak büyük bir hadsizliktir. Peygamberimizi (s.a.s.) olması gerektiği gibi anlayıp kavrar ve bunu Ümmet-i Muhammed’e anlatırsak dinimizi ve yaşantımızı çeşitli tehlikelerden, bidat ve hurafelerden korumuş oluruz. Dine dışardan sokulmuş olan bidat ve hurafelere, uydurma şeylere karşı çıktığımız kadar dinin aslından koparılan şeyleri gördüğümüzde de sesimizi çıkarabilmeliyiz.
Malumunuz olduğu üzere bu yıl Mevlid-i Nebi ‘‘Hz. Peygamber ve Gençlik’’ temasıyla kutlanıyor. Genç ve gençlik nedir? Hayat rehberimiz Kur’an’da gençlik ve gençler nasıl yer bulmuştur?
Öncelikle Diyanet İşleri Başkanlığını bu yılki temasından dolayı tekrar tebrik ediyorum. Gençlik, insanın zamanı geri götürüp tekrar tekrar yaşamak istediği, her insanın hayatının müstesna bir zaman dilimidir. Genç insan, kavşak noktasında olan ve ne tarafa gideceğini bilemeyen insandır. Çevresindeki uyarıcı faktörler, günümüz için söylemek gerekirse büyük oranda tuzaktır. Bu tuzakların albenisi yüksektir, çekicidir. Kavşak noktasındaki genç, sıratı müstakimi göremeyebilir. Hâl böyleyken genç insanı tuzağa düşmekten kurtarmak bizler için vazifedir. Elinden tutmak, uygun olan bir dille kırmadan doğruyu ve güzeli, iyiyi anlatmak, onu doğru olan yola davet etmek gerekir. Söz bir tohumdur. Onu ekmesini bilir, ektikten sonra sularsak sözümüz kaybolmaz, zayi olmaz. O tohum öyle filizlenir öyle fidan olur öyle meyve verir ki ondan hem biz hem de bütün insanlık faydalanır. Hadis-i şerifte belirtildiği üzere, Allah’a kulluk şuuru içinde ibadetle serpilip büyüyen gençler kıyamet günü Rabbimizin rahmetinin gölgesinde ağırlanacaklar. Bizler Müslümanlar olarak Kuran’dan uzaklaşamayız. Gençlik ve gençler konusunda da bize çokça örnekler sunan hayat kitabımız Kur’an-ı Kerim’de Hz. İbrahim’in gençliği, Hz. Yusuf, Ashab-ı Kehf, Hz. Musa ve benzer peygamberlerin gençliği bizlerin dikkatine sunulmuştur. Cenab-ı Hak, gençlere bu kıssalar vasıtasıyla bir başarı, bir cesaret örneği sunuyor. İnanan gençler için kıyamete kadar geçerli bir örnek olarak Hz. Yusuf, önüne türlü engeller çıkmasına rağmen Rabbinin çizgisinden ayrılmadığı, doğruluktan yana olduğu, hayâ ve iffetini muhafaza edip takva libasını giyinerek sabrettiği için kazanmış bir vaziyette önümüzde duracaktır.
Gençlere dinamizm kazandırmanın yollarından birisi ona hedef göstermektir, uygun bir şekilde rehberlik etmektir. Hedefi olmayan bir insan mutsuzluğa düşer, geleceğinden endişe eder, zamanla toplum içinde yalnızlaşıp kaybolur gider. Birileri elinden tutup yön göstermiyorsa pes etmek yerine imanıyla, çalışkanlığıyla, dürüstlüğüyle, kendi imkânlarıyla, içindeki şevkle hareket edip yolunu çizmelidir insan.
Gençlik dönemi hayatımızın önemli ve özel bölümlerinden birisidir. Sevgili Peygamberimizin gençliği nasıldı?
Dört yaşına kadar sütannesi Halime ile kalan Peygamberimiz (s.a.s.) altı yaşına kadar da annesi Amine’nin yanındadır. Altı yaşındayken annesinin vefat etmesi üzerine dedesi Abdülmuttalip’in evinde, yaşça kendisine yakın iki amcası (Hz. Abbas, Hz. Hamza) ile birlikte dadısı Ümmü Eymen ile kalmıştır. Dedesinin de vefatı üzerine Hz. Hatice ile evlenmesine kadar geçen süreyi bir diğer amcası Ebu Talip’in yanında geçirmiştir. Gençlik döneminin çoğunu burada geçiren Peygamberimizin (s.a.s.) çobanlık yaptığına, amcası ile ticaret kervanlarına katıldığına şahit oluyoruz. Peygamberimizin (s.a.s.) de mensup olduğu Kureyş kabilesi, o dönemde bölgenin ticaret hayatına büyük ölçüde hâkim durumdaydı. Yazın Şam’a kışın da Yemen’e seyahat hâlinde bulunan Kureyş tüccarları Sasani, Bizans ve Habeş İmparatorluğu üçgeninde geniş bir alanın ticaret hayatının lokomotifi konumundaydı. Dönemin şartlarını dikkate alacak olursak aylar sürecek olan bir kervanla Peygamberimiz daha on iki yaşındayken amcası ile birlikte Suriye’ye kadar gitmiştir. Diğer amcası olan Zübeyr ile de ticari yolculukları olan Peygamberimiz (s.a.s.) bu sayede ticareti öğrenmiş oluyordu. Allah Rasulü, gençliği döneminde Hılfu’l-Fudul adı verilen, Mekke’nin ileri gelen şahıslarından oluşturulmuş bir cemiyetin üyesi olarak görev yapmıştır. İnsanlar arasında yaşanan anlaşmazlıkların çözümü için kurulmuş olan bu cemiyette, genç yaşında insanların kendisine güven duyduğu bir Muhammed olarak karşımıza çıkıyor. Hepsi de kendisinden yaşça çok büyük kimselerin arasında Muhammedü’l-Emin olarak anılan peygamberimiz (s.a.s.), şehrindeki insanların sorunları için kafa yoruyor, etrafına faydalı olmak için doğruluktan ve dürüstlükten ayrılmadan, haksızlıkların karşısında durarak gayret gösteriyordu. Günümüz gençlerinin buradan şunu anlaması gerekir: genç yaşa rağmen, sağlam bir iman ile yola çıkıp insanların güvenini kazanıp etrafında olup biten meselelere karşı asgari ölçüde de olsa duyarlılık göstermek lazımdır. Nemelazımcılık ya da vurdumduymazlık Müslüman gence yakışmaz.
Asrısaadete baktığımızda Kutlu Nebi’nin yakınında gençleri çokça görüyoruz. Onun gençlere yaklaşımı nasıldı? Onlarla iletişiminde öne çıkan özellikler nelerdi?
Bir yerde bir oluşum varsa onun mutlaka gençlik kanadının olduğunu görüyoruz. Çünkü genç bir güçtür, bulunduğu yere dinamizm katar. Akil ve yaşı ilerlemiş olanların önderliğinde kurulan oluşumun itici gücünü gençler oluşturur. Yani sahada olan, işi yürüten gençlerdir. Çünkü bunlar birbirinin tamamlayıcısıdır. Allah Rasulü (s.a.s.) döneminde de bu böyleydi. Evet, etrafında Hz. Ebubekir gibi tecrübeli insanların yanında çok sayıda genç vardı, çünkü vahiy henüz bitmemiş, İslam her gönle girmemişti ve bu kimsenin tek başına yapacağı bir şey değildi. Bileği kuvvetli, gözünü budaktan esirgemeyen gençlerden oluşan İslam ordusu gece-gündüz demeden diyar diyar dolaşıp hak ve hakikati insanlara ulaştırıyordu. İlk Müslüman Hz. Hatice (r.a.) idi. Ondan sonraki ikinci ve üçüncü kişiler genç Zeyd b. Harise ve genç Ali b. Ebi Talip’tir. Zamanla etrafındaki gençlerin sayısı ciddi oranda artan Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), her birinin karakterini tespit edip ona göre bir yaklaşım sergilemiştir. Yüce Allah’ımızın Kur’an’da belirttiği üzere her insanın bir kabiliyeti vardır. (İsra, 17/84.) Peygamber (s.a.s.) de, kimin hangi konuda istidadı varsa görevini, sorumluluğunu buna uygun olarak belirlemiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) gençlere kabiliyetlerine göre görev verirdi. Bir kısım Müslümanla birlikte Habeşistan’a elçi olarak gönderdiği Cafer b. Ebi Talip beliğ bir hatip, korku bilmeyen cesaret sahibi ve cömert biriydi. Onun kendisine olan güveni, Habeş Kralının İslam ile müşerref olmasına vesile olmuştur. Zeyd b. Sabit, Rasulüllah’ın (s.a.s.) Medine’ye gelmesiyle birlikte, annesinin ‘‘bu delikanlı yetimdir, al bunu yanına Ey Peygamber.’’ dediği, zeki, hafızası kuvvetli ve dil öğrenmeye kabiliyeti olan, ilerde Peygamberimizin (s.a.s.) vahiy kâtiplerinden ve tercümanı olacak olan bir çocuktur. Hz. Ebubekir ve Hz. Osman döneminde Kur’an’ın toplanması ve çoğaltılması işinde Zeyd’in oynadığı rol Allah Rasulü’nün işi ehline vermedeki ileri görüşlülüğünün en net tezahürüdür. Hz. Ebu Bekir’in oğlu Abdullah, hicret esnasında istihbarat göreviyle görevlendirilmiş, kendisi de bu görevi akıllara durgunluk verecek şekilde başarıyla yerine getirmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.), gençlere verdiği bu görevlerle onların kendilerine güvenmelerini ve toplumun da onlara güvenini sağlamıştır. Gençlerde gördüğü hataları incitmeden düzelten Peygamberimiz (s.a.s.) ikna yolunu tercih ederdi. Kendisi ve İslam ile dalga geçen gençleri yumuşak bir şekilde kendi safına çeker onlara görev vererek İslama bağlardı. Gençlerin onurunu kırmaz, kırılmış olanları da tamir ederdi. Gençlerin dünyasına girer ve onların dertlerine ortak olurdu. Duygularına hitap eder, utandırmaktan sakınırdı. Peygamberimizin (s.a.s.) en büyük yardımcıları gençlerdi.
Gün geçtikçe kullanılan dil ve iletişim araçları baş döndürücü bir hızda değişmekte. Günümüz şartlarını dikkate alarak Hz. Peygamberi ve onun örnek hayatını gençlerimize nasıl anlatabiliriz?
Peygamberimiz (s.a.s.) hadisi şerifte “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Müjdeleyin, nefret ettirmeyin.” buyurmuştur. Bir insanı değiştirmek, istenilen noktaya getirmek öyle kolay bir şey değildir. Zaman isteyen böyle bir durumda, istenen noktaya gelinceye kadarki tutum önem arz eder. Tedrici bir biçimde verilmelidir ihtiyacı olana, birden verip boğmak onu kaybetmek demektir. Gençliğe ve gençlere dair kaygılarımız, sorumluluklarımız varsa ki vardır, gençlerin konuştuğu dili öğrenip, bulundukları ortamda bulunup onlar gibi nefes almazsak başarı beklemek yanlış olur. Genci ve hayata bakış açısını anlayabilmek için onun ortamına girmek zorundayız. Bu ortamı öğrendikten sonra da onun anlayacağı şekilde azar azar da olsa anlatmaya başlamalıyız. Günümüzde geleneksel yöntemlerle gençlere hitap edebilmek, onların dünyasına girebilmek zor görünüyor. Hatta bazen çok olumsuz hadiselerle sonuçlandığını görebiliyoruz. Aç olduğunu bildiğiniz bir insana çay üstüne çay ikram ederseniz o insanın çaydan nefret etmesine sebep olabilirsiniz. Bu noktada anlatıcılara bir vazife düşer: muhatabını tanımak, derdini idrak edebilmek. Kendisine anlatılan kişinin, algı düzeyinden tutun zihin dünyasında nelerin olduğuna kadar tanınabilmeli ki edilen söz hedefine ulaşsın. Hasta insanı doktora götürdüğümüzde derdini anlatmasına müsaade etmeden ilaç vermek ne ise muhatabımıza sürekli dini bilgi yüklemek de odur. Hâlbuki bırakın önce o konuşsun, derdini anlatsın, dinlenilmek istiyor çünkü. Bunların yanında önemli bir hususu dile getirerek bitirmek isterim. Günümüz insanı ve özelde genci, anlatım dilinden ziyade yaşantıya değer vermektedir. Dolaysıyla başta din görevlileri olmak üzere her Müslüman kal dilinden hâl diline geçerek en güzel anlatımı yapacaktır. İlmimizle amil olmadığımız sürece anlattığımız şeylerin etkisi sınırlı olacaktır, belki de etkisiz olacaktır.
1954 yılında Erzurum-Oltu'da doğdu. 1966’da İstanbul-Gaziosmanpaşa Küçükköy İlkokulu'nu, 1972’de Sakarya İmam-Hatip Lisesi’ni bitirdi. İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nden 1976’da mezun olup bir süre Samsun-Alaçam İmam-Hatip Lisesi’nde vazife yaptı. 1982’de girdiği Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde “Hz. Muhammed Zamanında Mescidin Fonksiyonları” isimli tezi ile 1986’da Yüksek Lisansını tamamladı. 1992’de ise aynı üniversitede “Hz. Muhammed’in Savaş Stratejisi” konulu tezi ile doktorasını tamamlayan Mustafa Ağırman, aynı yıl Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde Yardımcı Doçent olarak görevine devam etti. 2002 yılında Doçent olan Ağırman, 2008’de de Profesörlüğe yükseldi. Hâlen Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi ve Sanatları Bölümünde öğretim üyeliğine devam etmektedir. Ağırman, iyi seviyede Arapça, Fransızca ve Farsça bilmektedir.