paylaş
FaceBook

Yazan  Selva Yılmaz Özelbaş Cuma

Diyarbakır’a vardığımda beni karşılayan bir din görevlisi idi Özlem Hoca. İki erkek çocuğuyla beraber gelmişti buluşacağımız yere. Kendisiyle, oğullarıyla tanıştık. Büyük oğlu Mustafa 4. sınıfa geçmiş olgun, aklı başında bir çocuktu. Yüzündeki masumiyet dikkatimi çekmiş ve onunla fazlaca sohbet etmeye çalışmıştım. Akşam yemeğindeydik. Özlem bir taraftan anlatıyor bir taraftan da çocuklarının yemeğiyle ilgileniyordu.

İlk defa geldiğim bu kadim şehirde bir hanım arkadaşla karşılaşmak beni rahatlatmış ve memnun etmişti doğrusu. Yine de akşam vakti bir kadını iki çocuğuyla rahatsız etmiş olmanın huzursuzluğu vardı içimde fakat kendisiyle yaptığımız sohbet sonunda anladım ki Özlem Hoca hem gayretli hem de özverili bir görevliydi. Her şeyden önce istenen ve özlenen vasıfta bir insandı. İki küçük çocuğuyla birlikte kendisine ihtiyaç olan her an belli ki oraya koşup gidiyordu.

Özlem’in yemekte anlattıklarını hiç unutmuyorum. Âdet olduğu üzere yöreyi, sorunları, neler yapıldığını konuşmaya başladık. Kendisinin, Aile Bürosunda çalıştığını, aynı zamanda engelli koordinatörü olduğunu, yüksek lisansa da başvurduğunu söyledi. Beni tanımaya çalışıyordu. Diyarbakır’a gelme nedenimi anlattım. Orada din istismarını anlatıp nasıl mücadele etmek gerektiğinden bahsedecektim. Özlem, “Hocam, biz gerçekten iyi çalışırsak din istismarı falan olmaz.” diyordu. Bu konuda pek tatmin olmadığı izlenimini aldım. Dinî eğitim konusunda toplumda boşluk bırakmamak gerektiğini söylüyordu. Emniyet görevlisi olan eşi nedeniyle aileler ve çocuklarla ilgili gördüğü, duyduğu konularda üzüldüğünü, bir görevli olarak daha öz verili çalışmak gerektiğini ama aynı zamanda maddi manevi desteklenerek güçlü bir şekilde çalışmak gerektiğini söyledi. "Şu şehirde gidilmeyen köy kalmamalı." diyordu. En çok küçük çocukların çalıştırılarak istismar edilmesinden duyduğu üzüntüyü anlatıyordu.

Aslen Adapazarlı olduğunu, eşinin şark hizmeti nedeniyle Diyarbakır’da olduklarını söyledi. “Biz buralı olmadığımız hâlde buradan gitmek istemiyoruz.” diyordu. Kendilerinin iki şark hizmetleri olduğunu ve ikisini de burada yapmak istediklerini, böylece daha çok kalıp çalışabileceklerini söylüyordu. Buraya gelenlerin hemen başka yerlere tayin planları yapmalarını hayretle karşılıyordu. Doğrusu bu anlayışta biri ile karşılaştığım için hem seviniyor hem de şaşırıyordum.

Meslekte yeniydi aslında ama gayretliydi. Yaşı gençti, çalışacaktı, özlemleri vardı. İyi niyetleri, arzuları vardı. Çocuklarını büyütecekti. Daha okuyup hizmet etmeye devam edecekti. Daha etkili ve güçlü olacaktı, gidilmeyen köylere gidecek, ulaşılmayan insanlara ulaşacaktı. Hep başkalarından beklemeyecek, iş yerini ve mesaisini iyi kullanacaktı. Azimli, cevval, düşünceli ve gayretliydi. Meslektaşlarının da daha çok gayrete gelmesini istiyordu, özellikle bu konuda sitemleri vardı.

Yemekten sonra gelmemesini söylememe rağmen otele kadar bana eşlik etti. “Sizinle konuşacağım çok şey var, biraz daha beraber oluruz, telefonunuzu da aldım.” dedi. Fakat şehir dışında bir program nedeniyle burada olamayacağını söyledi, üzüntüsünü belirtti, ben de onu otel kapısına kadar uğurladım. Misafirperver bir ev sahibinden bekleneni en güzel şekilde ve fedakârlıkla gerçekleştirmişti.

Kendisiyle sohbetimizin üzerinden henüz 24 saat geçmemişti ki, il müftümüzden acı bir haber geldi. Özlem Hoca trafik kazası sonucu vefat etmişti. Çok büyük şok yaşadım, diyebilirim ama Rabb’imize teslim olmak ve kabul etmekten başka yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Bir varmış bir yokmuş denen sürede kaybetmiştim Özlem’i…

Diyarbakır’da beni karşılayan bir gönüllü kardeşimi, arkasından Yasinler okuyarak uğurlayacağım hiç aklıma gelmezdi. Dün akşam yanımda bu dünyada son saatlerini yaşayan biri oturuyormuş meğer. Son bir çırpınışla özlemlerini dile getiriyormuş sanki. Ve bu dünyanın misafiri şu şehre gelen misafiri karşılamıştı fakat ikimiz de bundan habersizdik… Bu acıda benim de hissem varmış demek. Ve birden aylar önce Ankara’da bir çalıştayda kendisi ile karşılaştığımı hayal meyal hatırlar gibi oldum. Orada bana kim olduğumu sormuştu sanırım. Onunla biraz konuşmak isterdim. Bu yüzden diyorum ki insan çevresine duyarlı olmalı. Her canın tek istediği yumuşak bir dokunuş ve ilgidir. Hele bir de aynı amaçla bir arada olanların samimi hislerle ve Allah için tanışıp konuşmaları, dertleşip fikir teatisinde bulunmaları ziyadesiyle faydalı olacak, ardından bereketli çalışmalar gerçekleşecektir.

Biz onunla ayrıldıktan sonra muhtemelen evinde hazırlık yaptı ve sabahleyin gün içinde yola çıktı. En son konuştuğu meslektaşı belki de ben oldum. Onunla ölümüne çok yakın bir zamanda buluşup konuşmuş olmak bana dokunaklı geldi. Bu yüzden de dert ettiği şeyleri; arkadaşlarına, meslektaşlarına onun mesajı, vasiyeti gibi anlattım. Özlem, özlemlerle gitti bu dünyadan ama onun özlemleri, arzuları, idealleri; olmasını istediği dilekleri aslında bütün meslektaşlarının da özlemleriydi. Öyle de olmalıydı. O bunlarla dertleniyor, herkesin de dertlenmesini istiyordu. Hep beraber, el ele vererek engeller koymadan çabalamak gerektiğini söylüyordu.

Ülkemizin engin dinî bilgisi, eğitimi olan bir din gönüllüsü ordusu var elhamdülillah.  Fakat meçhul olan bu ömür müddetince verimli olabilmek için de acele etmek gerekir. Mühim olan az zamanda çok iş başarmak, bugünün işini yarına bırakmamaktır. İnsanımızı ehliyetsiz ellere muhtaç etmemek, dini sömürü aracı olarak kullananlara fırsat vermemek; bunu yaparken de gönüller inşa etmek, illa da milletin derdiyle dertlenmek bu gönüllü ordunun elindedir. Birbirine destek olmak, bir araya gelip işleri daha kolay ve daha bereketli hâle getirmek hiç de zor değildir.

İnşallah rahmetli Özlem, o özlemlerini dert ederek bundan sonra yattığı yerde niyetinin karşılığını görecek. Ardında bıraktığı Özlemler de onun hayallerini gerçekleştirecekler. Özlemler tamamen bitmese de olması gerekenler özlem olarak kalmayacak. Onun bıraktığı yerden bayrağı ufukta dalgalandıracaklar. Onun ve ahirete göçen bütün meslektaşlarımızın ruhu şad, mekânları cennet olsun…

Başlangıç ve Son: Mübdi' ve Muîd